Ana içeriğe atla

Mandalinalar Filmi

                             


                                  "Düşün ki, Rabbin meleklere: «Muhakkak Ben, yeryüzünde                           
                                bir halife tayin edeceğim.» dediği vakit, «Biz seni tesbih ve        
                               takdis edip dururken orada fesat çıkaracak ve kanlarakıtacak 
                               bir yaratık mı yaratacaksın?» dediler. «Her halde Ben sizin 
                               bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!» buyurdu."
                                                                                                    (Bakara\30)



                   



   2012 Gürcistan-Estonya ortak yapımı bir savaş filmi olan Mandalinalar(Tangerines),  yönetmen Zaza Urushadze'nin beşinci filmi.Yönetmen diğer dört filmiyle adını duyuramamış olsa da,  Mandalinalar filmiyle 29.Varşova Film Festivalinde "En İyi Yönetmen Ödülü", 87. Akademi Ödülleri'nde "Yabancı Dilde En İyi Film" kategorisinde adaylık ve çeşitli festivallerden de toplam 11 ödüle layık görüldü.

   Mandalinalar 90’lı yılların başında başlayan Gürcü-Abhaz savaşı sırasında Estonyalı iki komşunun yaşadığı köyde geçen bir hikayeyi konu alır. Savaş başlayınca İvo ve Margus adlı iki arkadaş dışında, bütün köy halkı Estonya’ya kaçar. İkilinin tek uğraşı mandalinalardır, Margus'a göre savaşın takma adı "Turunç Savaşı"dır. İvo ve Margos'un savaşın ortasında sürdürdükleri bu ortaklık, bir gün, yakın bir bölgede yaşanan çatışma sonucu farklı bir boyut kazanır. Ağır yaralı olarak buldukları gürcü asker Niko ve çeçen asker Ahmed'i kurtarıp İvo'nun evine götürdüklerinde savaş dışarıdaki bir gerçeklik olmaktan çıkar ve evin içine, ilişkilere giren bir değişken olur.

"– Derdin ne genç adam? Sürekli öldürürüm, öldürürüm.. Bu hakkı sana kim verdi?
+ Savaş.
– Budala."


   Çeçen asker Ahmed, paralı asker olarak bölgeye savaşmaya gelir. Ahmed ve gürcü asker Niko, devletlerin ya da sistemlerin militarist-faşist politikalarıyla yetişmiş bireylerdir ve filmde yıkımın, kötülüğün, fenalığın öznesi konumundadır. Bu yıkıma ve kavgaya ev sahibliği yapan İvo ise kalbinin ve aklının dengesini kurabilen, kibirden uzak cesaretiyle güven veren bir karakter olarak, Ahmed ve Niko’nun karşısında ideal olanın, "bilgeliğin" (burada -İvo'nun tıpkı hz. İsa gibi marangoz olması, yönetmenin bilgeliği ve bilgiyi kendi inancıyla yorumlama biçimi- de diyebiliriz) sembolüdür. Askerlerden biri güçlü bir öfkeyle hareket ederken, diğeri milliyetine bağnaz bir aidiyet kurar ve her ikisi de kendi eylemlerinin doğruluğuna inanır. Yönetmen Urushadze ise İvo gibi bir denge normunu ortaya koyarak, seyirciye askerlerin eksikliğini, aklın ve kalbin birlikteliğinin gereğini ustaca gösterir.

Gürcü asker Niko ve İvo

Çeçen asker Ahmed ve İvo

   Çatışmaların ve savaşın kasvetli, gürültülü ve karışık ortamında, Görüntü Yönetmeni Rein Kotov, turuncu ve yeşilin ahenkle birbirine karıştığı mandalina bahçelerini hayatının huzurla akışına bir delil gibi sunar ve bu bahçelerde seyircinin ruhu sükûnet içinde gezme fırsatı yakalar. İvo'nun evinde gördüğümüz kuzine, kuzine üzerindeki çaydanlık, biraz ekmek ve peynir, küçük bir radyo, basit eşyaların zarafetiyle donatılmış odalar, mutfak raflarındaki tabak çanak yerleşimi, tezgah üzerinde duran turşu kavanozları; İvo’nun kendine kurduğu samimi ve sade hayat da savaşın içinde iyiye dair beslenen umutların adeta sembolleri gibidir.

   Sanat filmlerinde, hayatta olduğu gibi, sert kırılmalara sebep olan bir mesele vardır; insanın kendi gerçekliğinin dışına çıkması. Bu durum, nesnel gerçekliğe kendini kapatmış, kurmaca-sanal bir gerçeklik oluşturup ona inanmış insanın, gerçeğin sert duvarına çarpma hali olarak özetlenebilir. Bu çarpışma bazı durumlarda kaçınılmazdır, özellikle savaşın yakınlarında yaşayan insanlar için bu kırılma neredeyse kaçınılmazdır, tıpkı Mandalinalar’da olduğu gibi. Askerlerin militarist-faşist benlikleri İvo'yu, Margos'u, birbirlerini tanıdıkları anda yani bir başka doğruya şahit oldukları anda çözülmeye başlar. Bu çözülme filmdeki en önemli kırılma noktasıdır. -Sert bir kişiliği olan Ahmed sakinleşir, eve gelen Abhaz askerlerine Niko'yu İbrahim diye tanıtır ele vermez, Niko ölen arkadaşları için özür diler vs..-

   Yönetmen "barış" temasını güçlendiren hadiseleri, bahsedilen kırılmadan sonra, seyirciye daha cömert sunar. İlerleyen sahnelerde büyük bir patlama sesinden sonra Margus'un evinin tamamen yandığı görülür. Gürcü askerlerin yanlışlıkla evi bombaladığı düşünülür. Böylece yönetmen barışı istemeleri için, karakterlere (İvo, Margus, Ahmet ve Niko’ya) ortak bir kayıp, acı verir; dolayısıyla artık "İvo ile Margus’u savaştan korumak" gibi karakterleri bir araya getiren ortak bir amaç oluşturur.

 Film ilerledikçe bu dörtlünün savaştan kurtulup huzurlu hayatlarına adım atışını görmek isteriz ama öyle olmaz; Çeçenler İvo'nun evine geldiklerinde, kendi yandaşlarının Ahmed'in ölüm emrini vermesi ve Niko'nun düşmanı için hayatını tehlikeye atarak beklenmedik şekilde ölmesi, karakterlerdeki aydınlanmanın en somut kanıtıdır.

    Sonlara gelindiğinde yönetmen Zaza Urushadze kendi "ideal barış ütopyası"nı, filmin en başarılı sahnelerinden biriyle ortaya koyar.



-Yani oğlunu gürcüler mi öldürdü ?
-Evet ama ne fark eder ki ?
-Nasıl yani ? Oğlunun mezarının yanına bir gürcü gömdün?
-Ahmed, fark eder mi ?
-...
-Cevap ver !
-Hayır, fark etmez.




 Herkese bu güzel filmin ve etkileyici müziğinin keyfiyyetine ulaşabileceği seyirler diliyorum...

                                                                                                            Şeyma Önder

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TAŞINAMIYORUZ

Bir lokma bir hırka yaşayamayan, maximilist bir ailenin taşınma imtihanını anlatıp içimin şişkinliğini buraya dökmek istedim sevgili arkadaşlar. Bundan tam bir yıl önce biricik kedimiz Mırra'nın vefatının akabinde dış dünyayla hatta yaşadığım evle bağlarımın seyreldiği o anlarda; benim dört yıldır, eşiminse on yıldır yaşadığı Kurtuluş'taki evimizden taşınma kararı aldık. Biz ve o zaman yaklaşık dört bin civarında olan kitabımızı sığdıracak bir yuva arayışımız çabucak sonuçlandı. Şimdi çabucak gelen şeyler o zaman pek de çabuk olmamış olabilir. Ama gene de hatırladığım tek şey bi gece evi bulup ertesi gün tuttuğumuzdu. Asıl her şeyin zorlaştığı kısım bizim gibiler için evi tuttuktan sonra başlıyormuş, deneyimledik. İlk kira+iki kira depozito+ bir emlakçı bedelini ödeyip Kurtuluşta’ki evimize geldiğimizde her şey gözümüzde büyüyüverdi. Senelerce durduğu yerden bir milim kıpırdamadığı için zeminle artık bütünleşmiş, özdeşleşmiş mobilyalarla bir süre bakıştık ve hemen google’...

DÖNÜŞ

Şimdi ne yapacağını düşünürken kıvrandığı, kıvrana kıvrana uyuduğu bir gecenin ağrılı sabahına, sabaha haksızlık olmasın öğlenine, yine isteksiz uyanmıştı. On iki yıl diye geçirdi aklından,  tam on iki yıldır isteksizlik varlığını içine yuttuğundan beri iştahla yaptığı pek bir şey kalmamıştı. Düşündü, sabahı böyle derin bir sızıyla başlayan günden artık ne bekleyebilirdi bilmiyordu. Yine de son bir gayretle önce uyuşan başını doğrulttu. Ardından ağırlaşan omuzlarını yataktan yavaşça ayırdı. Yatak bedenini yeniden kendisine çekmek isteyen koca bir mıknatıs gibiydi. Oturdu bir süre, dik durmakta zorlanıyordu. Nihayet bacaklarını da yataktan indirdi. Terliğini yere bakmadan ayak yordamıyla bulmaya çalıştı. Kendini zemini kaymış, havada asılı duran bir toz zerreciği, içi bomboş bir balon gibi hissetti. Yatağın köşesine gözü takıldı. O telefon geldiğinde yatağın ucuna çökmüş, büzüşmüş, küçücük kalmış halini gördü. Yıllardır o bedene hapsolmuştu. Bunca yıldır tek başına yüklendiği tüm so...